Ana"fart"alar Savaşım

Ana"fart"alar Savaşım
Photo by Stijn Swinnen / Unsplash

Geriye dönük şeyleri hatırlama konusunda maksimum inebildiğim derinlik ay ve yıl olmuştur hep. Çevremdeki "fil hafızalı" insanların saat, dakika ve hatta üzerimde olan kıyafete (evet benim üzerimde olan kıyafet 😐) kadar derine inebilme kabiliyetleri beni her zaman hayrete düşürmekle birlikte, bu benim asla ama asla özenmediğim bir başarı türü olmuştur. Bir şeyi aklıma yazmam için kesinlikle ve kesinlikle şu üç şart sağlanmalıdır:

  • Mevzu bahis her ne ise ilgimi çekmesi,
  • Doğrudan beni ilgilendirmesi,
  • Bende fizyolojik veyahut da duygusal bir değişim yaratmış olması.

Çocukken bisikletten düşme esnasında yerin suratıma yaklaşma anının ağır çekim görüntüsü ve sonrasında evde yaralarımı anneme pansuman ettirirken yiyeceğim muhtemel azarların hepsinin aynı anda aklımdan geçişi hâlâ 4K kalitesinde gözümün önündedir örneğin… Ya da aksi şekilde, beş saat öncesinde arkadaşımın sorduğu, benim hiç ilgimi çekmeyen bir konsere, "tamam olur gideriz" diyişim artık aklımda değildir (bknz. Arkadaşlık bitiren özellikler). Bu minvalde, bu yazıyı yazdığım zaman dilimi, bahsedeceğim olayın da yaşandığı Ağustos 2023. Sanıyorum günlerden on dokuzu ya da yirmisi... İnanın hatırlamıyorum.

Son zamanlarda yoğun geçen mesai saatleri üzerine, bir de bu her sene yaşanması yazılı olmayan bir kural gibi geçerli b*ktan kavurucu sıcakların geldiği bir gündü. Yatağımda uzanmış, sonraki gün asla yapmayacağım işler için plan yaparak vicdanımı rahatlatmaya çalıştığım anların birinde onu gördüm. Sıcak havaya rağmen, neredeyse kendi bedenimdeki "açıklıkları" dahi kapatarak yatmışken bir şekilde yolunu bulmuş ve gelmişti. Şunu belirtmem gerekir ki, korku mefhumu benim için çoğu şeyde geçerli değildir; ama huyluluk konusunda doktora seviyesinde olduğumu söylemeliyim. Her neyse… O iğrenç, yaradılış hatası ürünü duvarda gördüğümde, önce her insanın yaptığı gibi onu inkâr ettim. Orada olması çok mantıksızdı çünkü. Her yeri kapatmıştım ve içeri girmesine olanak yoktu. Gözlerimi kapadım, açtım, kapadım, açtım... Bir süre bunu devam ettirdim; ama onu inkâr etmek hiçbir işe yaramıyordu. Hala oradaydı ve büyüktü; hatta sanki gözlerimi açıp kapadıkça daha da büyüyordu. Bu yüzden inkâr etmeyi bıraktım ve ikinci evreye geçiş yaptım. “Yavaşça-yataktan-doğrul-ve-olabilecek-en-uzak-yakınlığa-küçük-adımlarla-giderek-duvardaki-o-'şey'in-refleks-ve-hareket-kabiliyetini-ölç” evresi… Okurlara tavsiyem, bu evrede "şey"e doğru yürürken yüzünüzde kesinlikle "senden iğreniyorum" ifadesini taşımanız.

"senden iğreniyorum" bakışı (temsili)

İnanın bana bu bakış "şey"lerde bir kafa karışıklığı yaratıyor. Birinin bakışlarıyla size saçınızın dağınık ya da burnunuzda sümük olduğu izlenimi vermesine benzer bir deneyim yaşatıyorsunuz onlara.

Yeterli uzaklığa vardığımda, yüzüme çarpan gerçeklikle tüylerim diken diken olmaya devam etti: Bu lanet şey gerçekten çok büyüktü! Bu türden diğer "şey"lerle zamanında çeşitli savaşlar vermiş ve şimdiye dek hep ben galip gelmiştim. Ancak bu kez durum farklıydı. Size yeminler edebilirim ki; bu "şey" benden daha çok spor yapmış, steroid, keratin ne gerekiyorsa almış ve bugün için özel hazırlanmıştı. Adım kadar eminim, bu basit bir tesadüf değildi. Pusuya yatmıştı; bu anı bekliyordu ve sıcağın beni en baygın hale getirdiği anda ortaya çıkmıştı. Daha net anlamanız için, bu "osuruk böceği" diye tabir edilen "şey"lerden biriydi.

🧠
Genel Kültür Köşesi:
Osuruk böceği (ya da kokarca böceği): "Halymorpha halys" tür ismiyle bilinen bir böcek. Öldürülünce saldığı kötü bir koku sebebiyle bu adı almıştır. (Wikipedia)
🇩🇪 Deutsch: Marmorierte Baumwanze
🇬🇧 English: Marbled tree bug

Karşılaşmamış olanların bilmesini isterim ki, adeta evrimin g*t deliği olan bu canlı şey uçabilmektedir ve bunu yaparken geldiğini belli etmeye bayılır. Masanızdan yere bir kağıt düştüğünü düşünün. Bu olay iki tür ses çıkaracaktır:

  1. "Pıt"ımsı bir tonda yere çarpan kağıdın sesi.
  2. "Swoosh/sweesh" tonlarında kağıdın esnekliğinden dolayı düşmenin ardından oluşan hava akımının da etkisiyle yerde sürtünmesi sonucu ortaya çıkan ses.

Şimdi bu iki ses küçük ölçülerde 1-2 sn. aralıklarla duyuluyorsa ve üzerinize o an para saçılmıyorsa, tebrikler!.. Zira odanızda bir osuruk böceği olma ihtimali 75%. Tam zamanlı uçuşa geçtikleri anda da bir "zorrrrrr zorrrr" sesi var ki, böceğimizin ismiyle müsemma... İşte tüm bu edinilmiş bilgilerim ve tabii ki tiksintili yüz ifademle, kendisine ruhen ve bedenen olabileceğim en yakın noktada kilitlenmiş duruyorken (bu noktada hepinizin bildiği belki kendi kendine bi’ anda ölür, umuduyla böceğe bakış anını gözünüzün önüne getirebilirsiniz) olabilecek en korkunç şey oldu. Bu defa cüssesini hesaba katmadığım için bir yarım adım atmak suretiyle kendisine doğru istemsiz, yaşama içgüdümün verdiği baskıyla hareket ettim. Ve bir anda kendini uçuş moduna alışını, kanatlarını açarken benim için zamanın sakız gibi sünüşünü (üzerimdeki fiziksel/duygusal etki) hâlâ hatırlayabiliyorum.

İnsanların bu tarz durumlardaki çaresizliği beni hep güldürmüş; fakat aynı zamanda da hüzne boğmuştur. On binlerce senelik evrim, doğal seleksiyonların ardından geldiğimiz bu son formda, beynimizin gelişimi ve onlarca teknolojiye rağmen, doğanın kreasyonlarından biri ile mücadele ederken yaşadığımız paniğin eşantiyonu olan o aptal reflekssel anlardan birini yaşıyordum. Basit bir dergiyle bertaraf edebileceğim bu canlı türünün kanatlarını açmasının bende yarattığı panikle, "Ottoman chair (80cmx80cm)" adı verilen köşe takımı koltuğunun ayak uzatılan parçasını artık elimde tutuyordum. Bu "silah" tamamen bilinçsizce seçilmiş olup, düşmanıma zarar vermek için bana hiçbir şans vermiyordu. Onu savuramıyordum bile; ki bunun yanı sıra, silahım hedefimi görmemi de engelliyordu. (Usta böcek avcılarının bileceği üzere, bir böcekle savaşmanın en önemli püf noktası onu her zaman görebilmenizdir). O ise salvolarına başlamış, "zoorrr zorrrr pıt zorrr zorrr pıt sweeesh pıt" sesleri eşliğinde bir savaş dansına girişmişti bile...

Önce tiksinitinin verdiği etkiyle saç diplerimdeki ilk huylanma tomurcukları çiçek açtı; ardından da bu bütün vücuduma yayıldı tabii ki... Size yemin edebilirim ki, ışığın altından geçerken bir tam güneş tutulması etkisiyle odayı karartıyor ve civarımda gölgesi sebebiyle bana burada olduğunu hissettirmek için psikolojik savaş yöntemlerini kullanıyordu. Yaklaşık beş dakika boyunca, elimde koltukla 🥲, bir yere konup benimle tekrar göz teması kurmasını bekledim. Sonunda durdu. Karşılıklı tehditkâr bakışlar atıyorduk; ama psikolojik üstünlük ondaydı ve bunun farkındaydı. Elbette bunu kullanacaktı. Önce üzerime doğru bir hamle yaptı. Koltukla vurmak istedim; ama bunu profesyonelce atlattı ve bu hamlesine, maalesef, kısa ama güçlü bir sincap çığlığı atarak karşılık verebildim. Durum kötüydü… Kaybediyordum; ama lanet olasının oyunları bitmemişti; bir anda ortadan yok olmuştu. İşte nice yiğitlerin aklını kaybetmesine sebep olan o obsesyonu bende de uyandırmayı başarmıştı. Aklıma "nerede lan bu, üzerimde mi ya" düşüncesini sokmuştu. Az önce davullu zurnalı seslerle varoluşunun eşsiz iğrençliğini yankılatan bu şerefsiz, ortalıkta yoktu şimdi. Bir anda gelen üçüncü panik dalgasıyla önce koltuğu elimden bıraktım. Bir şey göremeyince, kedilere aniden gelen "boş havayı patileme" eyleminde olduğu gibi, saçımı başımı çırpmaya başlayıp üstümdeki t-shirtü çıkartarak benimle herhangi bir temas halinde olup olmadığından emin oldum.

"Üzerimde mi lan" fikrinin gelme anı (Temsili)

Yoktu. Gecenin bir yarısı çıldırmış durumdaydım. Artık uykum kaçmış ve tamamen yılmıştım. Ancak bir anda bir mucize oldu ve "şey" hata yaptı. O lanet "zorttiri" g*tünün yarım milimi, kapıyla kapı yuvası arasından bana el sallamıştı. G*tüne odaklı şekilde gözümü ondan ayırmadan hemen yanımda duran rafın üzerinden bir dergiyi pervasızca aldım. Daha önce belirtmiş olduğum enteresan insan davranışlarından biri daha zuhur etmekte gecikmedi. Elime geçen dergiyi gördüğümde, bunun geçen ay Almanca bilgimi geliştirmek için aldığım (ve tabii ki hala kapağını açmadığım) "Deutsch Perfekt" sayılarından biri olduğunu fark ettim ve o anda sanki bir saniye önce ecel terleri döken ben değilmişim gibi, aklımdan "aaaa bu olmaz, bu iyi dergi, başka bir şey seç" fikrinin geçmesini hayretle karşıladım. Bu pembe g*tlülük de nereden çıkmıştı bir anda şimdi? Ortada bir savaş vardı ve ben Instagram görgüsüzlerinin filtreler arasında seçim yapamaması misali bir hastalığa yakalanmıştım. Ben bu gereksiz hassasiyet durumu içerisindeyken düşmanım kaçabilir ya da bir karşı saldırı düzenleyebilirdi. Bu ahmakça tavrın içinde yaklaşık bir-iki dakika daha kaybedip, akabinde yine de dergiyi bırakıp yerine yerde gözüme kestirdiğim ev terliğinin (46 numara) tekini elime aldım. Bu "antik" bir silahtı belki; ama yüzyıllardan beri insanın böceklerle savaşındaki en ileri teknolojiydi. Tüm bilim dünyasına yazıklar olsun ki, 21. yüzyılda da hâlâ en etkili yol buydu.

Şimdi tek yapmam gereken, "şey"in doğru açıya gelmesini sağlamak ve onu canım ev terliğime çekirdek gibi "çıt"latmaktı. Bunu nasıl yapmam gerektiğini hesaplamama gerek kalmadan, o J.Lo-size gtünü kapının dışına taşırdı. Ya şimdi ya hiç diyerek ve heyecanın da verdiği nefessizlikle bir "ıhh" sesi çıkararak o devasa "twerk" makinesine terliği indirdim. Hayatımda daha korkunç çok az şey görmüş olabilirim. Böcek o kadar büyüktü ki, terlikle iyi bir vuruş yapmama rağmen ölmemişti ve tekrar uçmaya başlamıştı. Ama bir değişiklik de seziyordum. Uçuyordu; ama sadece uçuş sesi geliyordu. "Zorttiri"leri kesilmişti. Çok geçmeden farkettim ki, hayvan ikiye ayrılmıştı; ama tam da ayrılmamıştı. G*tü bedenine hâlâ bir parça bağlıydı ve uçarken "hula hoop" çeviriyormuşcasına dairesel hareketler yapıyordu. İkinci çığlığımı da attıktan sonra, otuz üç yaşımda korktuğum şeyin sonunda başıma geldiğini ve bir böcek tarafından yok edileceğimi kabullendim. Bu kabullenişin hemen ardından üzerime ruhani bir huzur çöktü. Fakat gecenin mucizesi gerçekleşti ve "şey" yere düştü. İnanamıyordum; numara yaptığına çok emindim. Öcünü almak, beni kendine yaklaştırmak için numara yaptığını düşünüyordum. İçimdeki ruhani huzurun da verdiği cesaretle yaklaştım yine de. Artık yakından görebiliyordum. Hâlâ canlıydı; ama gerçekten g*tü (Brezilian Butt Lift yaptırdığına yemin edebilirim bu noktada ama ispatlayamam) büyük hasar görmüştü ve vücut sıvıları dışarıya sızmaya başlamıştı.

Hepinizin bu noktada hikâyenin bittiğini sandığınızı hissediyorum; ama ömrünün son demlerinde "şey" giderayak canımı çok sıkan bir şey daha yaptı. Sanki elleriyle götünü geri yerine koymaya çalışırcasına kendine doğru çekiyor gibi birkaç hareket yaptı. Belki ben ve vicdanımla hesaplaşmam öyle algılamama neden oldu; ama götünü yerine koymaya çalışıp hareketsiz kalmasını görünce enteresan bir hüzün çöktü üzerime. "Böcekler ölünce nereye giderdi?", "Canı acımış mıydı?" ya da "İlk aşkı, ilk öptüğü osuruk böceği canlanmış mıydı gözünün önünde son anlarını yaşarken?"... Bunları düşündükçe, küçük bir delikte bebeklerini kucağında uyutmuş ve saate bakıp tedirginlikle kocasını bekleyen bir dişi osuruk böceği bile geldi gözümün önüne. Resmen duygularıma hâkim olamıyordum ve vicdanım bin parçaya bölünmüştü sanki. Daha önceki kurbanlarımdan gelen o meşhur, kesif koku bile gelmiyordu "şey"den. Eskisi gibi büyük de gelmiyordu gözüme şimdi; belki yarım parça halinde önümde durduğundan öyleydi, bilmiyorum. Kötü hissediyordum ve o gece uyuyamadım. "Şey"i ve g*tünü sabaha kadar ellemeden, orada huzur içinde yatmasına izin verdim ve sabah Almanların "scheiße" demeyeceği bir saat diliminde, elektirik süpürgesinin girdabına doğru sonsuzluğa uğurladım.

İşte sevgili okurlar, bu sonsuza kadar hatırlayabileceğim bir anıdır. Birimiz hayatta kalacaktı, diğerimiz gidecekti ve bu kez ben kazandım "şey". Ama artık benim için bir anısın, seni ve J.Lo g*tünü unutmayacağım. Özür dilerim; umarım bir gün beni affedebilirsin…